bugün

entry'ler (111)

auzef felsefe

2 Aralık'ta ilk vize sınavıma girdiğim bölüm.
Kendimi uzun süredir felsefi okumalara verdiğimden dolayı bilgiliyi organize biçimde almak (!) adına bu yıl auzef felsefeye kaydoldum.

Buradan örgün eğitimde felsefe okuyan arkadaşlara sormak istiyorum; Felsefenin Temel Kavramları başlıklı bir ders alıyorlar mı? Alıyorlarsa bu dersin içeriği nedir?

Zira adı geçen bu dersi felsefeye başlarken işime yarayacak felsefi terminolojinin bana sağlanması olarak düşündüm her aklı başında insan gibi. Ama o da ne. Her haftanın materyalleri Gazali'den, Kindi'den ibn-i bilmem kimden yapılan alıntılarla geçiştiriliyor. Haftanın konusu felsefeye yapılan eleştiriler iken değerli hocamız ya da artık konu anlatımlarını kim giriyorsa, Gazali'nin bilmem hangi kitabındaki felsefeye yöneltilen eleştirileri kopyala yapıştır yöntemiyle önünüze sunuyor. ibn-i Rüşd'ü, Farabi'yi imansızlıkla suçlayan bu adamın yazdıklarının "felsefeye yapılan eleştiriler" başlığını olduğu gibi işgal etmesi oldukça ilginç. Bu durum yukarıda bahsi geçen dersin tüm konuları için aynı. ilahiyet fakültelerinden felsefenin kaldırıldığı yetmezmiş gibi felsefeyi de kıçıkırık bir teolojiye yem etmek şahsımca pek doğru bir yaklaşım değil.

Sınava girdim demiştim ya, o apayrı bir konu. Yazım hataları; tekrarlanan, az çok aynı anlamı ifade eden ama ne hikmetse yalnızca biri doğru kabul edilecek şıklar, felsefe bilgisinden çok arapça vocabulary öğrenmenizi gerektiren sorular (evet, aynı ders) vs...

Unutmadan ders anlatımlarından da bahsedeyim. Ben yalnızca online yazılı materyalleri tercih ediyorum. Videolardan uzak duruyorum. Çünkü ya yazılı materyallerle paralellik göstermiyorlar ya da yazılı materyalleri sizin yerinize okuyup geçiyorlar. Ünite soruları evlere şenlik. Her hafta soruların düzeltildiğine dair bir duyuru geliyor pencerenize. Ki halen de tam olarak düzeltildiğine inanmıyorum. Bu da ünite sorularına kuşkuyla yaklaşmama neden olduğundan öğrenmeyi epey güçleştiriyor.

Birkaç aylık tecrübem böyle. 23 Aralık'ta da finaller varmış. Şu an finallere girmemeyi bile düşünüyorum yukarıda saydığım sebeplerden dolayı.

edit: finallere girdim. Şaşırtmadılar. Dersle ilintisi olmayan konulardan soru sormak konusunda çığır açtılar. Zira klasik mantık dersinin üç sorusu bir sene sonraki modern mantık dersinin konularından sorulmuş. Boş bıraktım. Umarım hatalarını fark ederler de soruları geçersiz sayarlar.

brave new world

--spoiler--

--spoiler--
Kendini asmış bir adamın boşlukta salınan bedeni daha güzel anlatılamazdı:

Slowly, very slowly, like two unhurried compass needles, the feet turned towards the right; north, north-east, east, south-east, south, south-south-west; then paused, and, after a few seconds, turned as unhurriedly back towards the left. South-south-west, south, south-east, east. …”

--spoiler--

--spoiler--

geceye bir rap sözü bırak

"bir şiir ayakta bira içebilir
bir şiir nerden baksan şairini seçebilir."
saian

okunası kitaplar

edebiyatı damarlarınızda duyumsamak, sözcükten haz almak istiyorsanız:

görünmez kentler - calvino
gece - bilge karasu
62 maket seti - cortazar
hakkari'de bir mevsim - ferit edgü
döşeğimde ölürken - faulkner

Aslında gayet bilindik kitaplar ama yazayım dedim.

anne baba ve diğer ölümcül şeyler

son zamanlarda okuduğum en güzel öykü kitabı. Ensest, tecavüz, eşcinsellik, transseksüellik gibi hassas konuların etrafında dönen ama mesaj kaygısı yerine "edebiyatın" öne çıktığı, titiz mi titiz bir dil işçiliğinin ürünü.
Ölüler Uzar, Pasta, Unutmabeni Çiçekleri mükemmel.

one language

power fm'deki klibi ve biçimiyle bir türlü bulamadığım parça. Her yerde remix versiyonu var. Bilen varsa bir yardımcı olsun hayrına.

a la recherche du temps perdu

zamana fenomenolojik bir bakış açısı. okurken proust'un zihninde belirdiği şekliyle combray, balbec ve venedik'e yazar ile birlikte yolculuğa çıkıp yine yazara varıyorsunuz. dış dünyanın kendi anlamına bizim zihnimizde kavuştuğunu anlatan onlarca yaşantı parçası. bir madlen çikolatanın, bir çan kulesinin, iki merdiven basamağı arasındaki yükseltinin geçmişten çekip çıkardığı zaman dışı benlik.
Proust kitap boyunca bu zaman dışı benliğin, kendinde nesnenin özünü barındıran benliğin peşinde. Dış dünya izlenimlerimize ilk sunulduğu haliyle ne kadar da yavandır. Ama belleğin küçük bir oyunuyla yaşanmış şeyin derinliğine kavuşuruz, eski benliğimizin bugünküne baskın çıktığı, bugünden daha sahici bir düne varırız.

Öyle bir kitaptır ki okur da en az proust kadar çaba göstermek zorundadır. Çünkü proust'un anlatmaya çalıştığı şey de budur. Dış dünya yalnızca bizde anlamlanan bir taslak iken, proust'un yapıtı da bu hakikatten sıyrılamaz. Okurken yaratırız. Proust'un aşkları karşısında duyduğu sancıları duyumsarız. Aynı madlen çikolata bizi de çocukluğumuza götürür. Kendi yaşamımızı, okuduğumuz metne yamarız.

iyi bir sanat eserinin görevi de bu değil mi? a noktasından b noktasına ilerleyen bir kurmacayı herkes yazabilir. ama böylesi bir başyapıtı, a noktasından okura varıp, orada çoğalacak bir yapıtı yazmak ancak proust gibi dahilere mümkündür.

herkes tarafından sevilmek

içinizde her biçime girebilecek bir boşluk taşıdığınızı, ben'inizin başkaları tarafından yontulmasına izin verdiğinizi gösterir.

hasan ali toptaş

son kitabı beni hayal kırıklığına uğratmış olan yazar.
O masalsı dünyayı bırakıp daha realist bir baba-oğul hikayesi anlatmış. Kendine özgü dilini korumuş olmasına rağmen, başka bir yazarın kitabını okuyormuşum gibi hissettim. Heba'daki güvercin imgesi yerini at imgesine bırakmış. Heba'dakinden farklı olarak, bu atın öyküdeki yerini açıklayıp öykülerindeki o gerçeküstücü yapıyı temelden yıkmış.
Okura bir şeyler sezdirmenin peşinde olan toptaş, bu sefer göstere göstere anlatmak yolunu seçmiş. Sanıyorum bu yüzdendir ki, bu kitabını pek sevemedim.

dövme yaptırılası sözler

"what happened to you?"
"nothing happened to me. I happened."

diyalog olarak yazacaksın koluna, komik de olur hem.

"what happened to you?" asked mr. smith
"well, you know.....nothing happened to me. I happened." said john

askerdeyken nöbette sigara içmek

eldivenle içerken burnumu yakmıştım.

rene descartes

bir şüpheciye, "elbette her şeyden şüphe edebilirim, ancak her şeyden şüphe ettiğimde dahi şüphe eden ben olurum." diyen aziz augustine'in cogito formülünü çok daha önceden bulduğu söylenir. ne kadar doğrudur bilmiyorum.

mükemmel bir varlığı düşünebiliyorum. mükemmel olmadığıma göre bu kavramı mükemmel bir varlıktan almış olmalıyım diyerek de, "şimdi kusursuz bir tanrıyı düşünebiliyorum, eğer bu tanrı varolmazsa kusurlu olur, dolasıyla tanrı vardır" diyen aziz anselmus benzeri bir sıçışa da imza atmıştır descartes. hatta bu argümanı umberto eco'nun foucault sarkacı isimli yapıtında taşak konusu olmuştur.

defkhan

"Def bu nasıl flow? Ne bileyim aga çözülemeyen bi o bi de Kennedy’nin katili" diyerek yarmıştır.

islam ı eleştirenlerin derdi

islamı eleştirenlerin derdi islamdan ziyade, müslümanım diye geçinip her haltı yiyenlerdir. yani, erdemli olmak için "müslüman" olmalarının yeterli olduğunu düşünüp kendilerinden olmayanları her türlü ahlaksızlıkla yaftalayan, kadir'i mutlak tanrılarını aldattıklarını sanan ikiyüzlü soytarıları dert ederler kendilerine.

en yakındaki kitabın yazarı

kahraman tazeoğlu diyecektim ki hemen bilgisayarımı aldığım gibi odama, üzerinde marcel proust'un sodom ve gomorra'sı bulunan masama koştum.
şaka bir yana kahraman tazeoğlu'nu hiç okumadığım gibi, şu an yeni taşındığım evdeki tek kitap da proust'ya ait.
iyi denk geldi *

gazi yaşlı hamile çocuklu engelli kadın

cennete giden yol metrobüs koltuklarıyla örülmüştür.

aşkın sebebi onu fazla düşünmektir

aşkın nesnesi, sevilmek ihtiyacını aktardığımız bir bedenden başka nedir ki? Aslında aşık olduğumuz insanları biraz yakından tanısak, düşlerimizdeki yerlerine pek de yakışmadıklarını ve onları oradan alaşağı edebileceğimizi anlarız. "Onu düşünmek" dediğimiz şey, biraz gizem katıp, biraz allayıp pulladığımız kendi yalnızlığımızdır gibi geliyor bana.

ateistlerin kendilerini zeki ve kültürlü sanmaları

tanrıdan kurtulduğumda kendi içime düştüm. Bu açıdan bakarsak bir "kurtuluştan" bahsetmem de pek mümkün değil. benliğimin sınırlarını çizmek ve kendimi tanımak adına yapabileceğim tek şeyin okumak olduğunu fark ettim. bunun beni zeki ve kültürlü kılmasa da, türkiye standartlarına göre ortalamanın biraz üzerine yerleştirdiğini varsayıyorum.
(Burada kendimi teistlerle değil, memleketimin insanıyla kıyaslıyorum.)

arrival

Amerikalıların tüm uzaylıları tarayacağı klişe bir film beklerken oldukça tatmin edici bir yapıtla karşılaştım.
Filmi izlerken aklıma Wittgenstein'ın sözü geldi: "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır."

penguenler neden uçamazlar

uçmamak da onların özgürlüğüdür belki. *